1. YALOVA
SEFASI
KİŞİLER
Hacivat
- Karagöz
Zenne
I.
Çelebi (Hoppa Bey)
II. Çelebi
(berber)
Hararcı
(İçeriden sesi gelir.)
Çömlekçi
(İçeriden sesi gelir)
Tiryaki
(Nokra Çelebi. koltukçu)
Ak
Arap (Hacı Kandil. kestane kebapçı)
Arnavut
(Bayram. salepçi, bozacı)
Ermeni
(Sergiz. lağımcı)
Yahudi
(kibritçi)
Hayvanlar,
Nesneler
Köpek
Harar
(iki tane)
Küp
GİRİŞ
Hacivat (Besteyi söyleyerek perdeye gelir.) (Beste Rast)
Ehinnü şevkan ilâ diyârin
Lakîtü fîhâ cemâle Selmâ
Ya la ya la ah yele lel le li vay
Lakîtü fîhâ
cemâle Selmâ
Ki mîresâned ez-an nevâhî
Nevîd-i vasleş be-cânib-i mâ
Hey yâr hey dost-i ra'nâ-yi men
Nevîd-i vasleş be-cânib-i mâ
Ya la ya la ah yele lel le li vay
Nevîd-i vasleş be-cânib-i mâ
(Hacivat perde gazelini okur".)
Söyler erbâb-ı fetânet dâstanı perdeden
Gösterir hikmet-şinâsâna cihanı
perdeden
Zevk ü şevke yadigâr bir şem'a yakmış ehl-i
dil
Sîretin sûrette bildirmiş nişân-ı perdeden
Gûyyâ bezm-i safânın sâki-i
gül-fâmıdır
Çeşm-i bülbül gösterir bu erguvanı
perdeden
Perde perde nağmeler âgâz olundukça hemân
Neş'e-yâb olsun efendim İsfahânî
perdeden
Bir günü milyonlar olsun Ömr-i şâh-i
âlemin
Bendesi Râşid duâ eyler zebân-ı perdeden
(Karagöz gelir, kavga ederler, Hacivat gider.)
Karagöz - (Yerde
yatar.) Yürü gidi anacığınızı sallayıp sıyırdığım! Etrafı tekerlek, ortası sivri,
idare fitilli kıyafetli kerata! Lahana kafalı, pancar suratlı, pırasa bıyıklı,
sivri sakallı, şeytandan akıllı herif seni! Benden ne istersin acaba?
Gelirsin kapımın önüne, her akşam gürültü patırtı! Hiç demezsin ki:
“Karagöz Beyefendi gazete mi müstakla buyuruyor,
orman mı nazar-ı tedkîkten geçiriyor, sütlü kahvesini mi içiyor,
yoksa kahvaltı mı tenâvül buyuruyor? Demez ya! Bıktım usandım bu heriften, dostlar!”
MUHAVERE
Hacivat: (Perdeye gelir.) “Karagöz, kusurumu
affet!”
Karagöz: “Affedersem yine yaparsın.”
Hacivat: ”Hiddetini teskin et.”
Karagöz: “Keskin
ettiğim için bağırıyorum ya!”
Hacivat:” Artık geçsin hiddetin.”
Karagöz: “Geçti,
Hacivat.”
Hacivat: “Sormak
ayıp olmasın ama, sen nereden çıktın?”
Karagöz: “Ayıptır, Hacivat.”
Hacivat : “Neden?”
Karagöz: “Neden
diye soruyorsun! Şimdi sana anamın karnında ne var ne yok, onu mu
söyleyeyim?”
Hacivat: “A canım,
ben sana ananın karnından çıktığını sormuyorum. Şimdi nereden çıktın?” diyorum.
Karagöz: “Bu da lâf mı, Hacivat? Turp gibi
bayırdan çıktım.”
Hacivat: “Onu
demek istemiyorum. Şimdi buraya gelirken hangi mekândan çıktın?”
Karagöz: “Neden sordun?”
Hacivat: “Neden olacak? Üstün başın
sırılsıklam.”
Karagöz: “Sorma, Hacivat, sorma? Gırtlak
belâsı, açgözlülük.”
Hacivat: “Ne demek istediğinizi anlamıyorum.”
Karagöz: “Karıdan gizli bazı şey çaldım,
yemek için bir deliğe girdim de.”
Hacivat: “Anladım,
Karagöz, anladım! Sıçan tutmak için rutubetli yerlerde gezdin galiba?”
Karagöz: “Ağzını
topla, Hacivat; yoksa ense-i bâlâna tokad-ı vâlâmı yerleştiririm ha!”
Hacivat: “Canım, lâtife olsun diye
söyledim.”
Karagöz: “Geçen gün
bütün ailece karar verdik, yemekler yapıp öteberi hazırladık, üzüm incir ve şâir şeyler de aldık.”
Hacivat: “Aman Karagöz, ağzımı sulandırdın!”
Karagöz: “Vay açgözlü kerata vay!”
Hacivat: “Sonra?”
Karagöz: “Sonrası, bugün de taze taze
yalancı dolma yaptık.”
Hacivat: “Aman, salyam aktı.”
Karagöz: “Tencereye misk mi aktı?”
Hacivat: “Tencereye aktı.”
Karagöz: “Öyleyse yemem.”
Hacivat: “Ben de olsam yemem.”
Karagöz: “Sana
vereyim, yutar mısın?”
Hacivat: “Elbette
yerim, kendi salyam değil mi?”
Karagöz: “Ulan, tencere nerede, sen nerede,
ben nerede? Şimdi sana
bir avuç baba torik koyuveririm ha!”
Hacivat: “Aman,
Karagöz, o nasıl lâkırdı? Sen tulumbacı mısın?”
Karagöz:
“Tulumbacılık da ettim, lâflarını da öğrendim. Hem bu lâf yeni
çıkma imiş.”
Hacivat: “Ne olursa olsun, senin ağzına öyle
lâf yakışmaz.”
Karagöz: “Ne
bileyim yakıştığını yakışmadığını? Lâf olsun diye söyledim.”
Hacivat: “Yaraşmıyor, Karagöz'üm,
yaraşmıyor!”
Karagöz: “Öyleyse, geri götüreyim de yerine vereyim.”
Hacivat:
“Ulan, elbise mi bu?”
Karagöz: “Sen onun gibi söylüyorsun.”
Hacivat:
“Sonra, Karagöz?”
Karagöz: “Sonra, efendim, yalancı dolma
yaptık.”
Hacivat: “Bir tabak da bana vermeli idin!”
Karagöz:“Bir tabak sana verirsek bize bir
şey kalmaz.”
Hacivat: “Komşuda pişen bize düşer.”
Karagöz: “Senin evinde pişen bize düşüyor mu?
Hacivat: “Sen gönder, ben de gönderirim.
Karagöz: "Bu, sepete sıcak sıcak konmaz,
sonra ekşir; şu kuyuya sarkıtalım dedim, karı inandı.”
Hacivat: “Demek ki, Karagöz, karıya dolmayı
yutturdun?”
Karagöz: “Olur,
kocacığım!” dedi. “Ben evvelden birkaç defa kuyuya inmiştim, tecrübem var; dolma
tenceresini aldım; zaten evde ip yok, tutunarak kuyuya indim.”
Hacivat: “İyi cesaret!”
Karagöz: “Kuyunun
içinde güzelce karnımı doyurdum; tencerenin içinde bir pirinç tanesi bile
kalmadı.”
Hacivat: “Belki kalmıştır.”
Karagöz: “Nasıl kalır? Tencereyi dilimle
yaladım.”
Hacivat: “Açgözlü imişsin, Karagöz!”
Karagöz: “Sonra,
karıya ne yalan uydurayım? diye düşündüm. Yalandan kuyuya düşmüş gibi yaptım,
elimle kuyunun kenarlarını tutarak suya bir daldım bir çıktım;
başladım bağırmağa; soğuktan çenelerim de saat zembereği gibi tık tık vurmağa
başladı. Hemen halk kuyunun başına toplandılar; acele ile, kuyunun makarasını da kafama düşürdüler;
neyse, komşudan bir ip almışlar, beni güç
hâl ile kuyudan çıkardılar.”
Hacivat: “Karıya ne yalan uydurdun?”
Karagöz: “Ne yalan
uyduracağım? Ben kuyuya düştüğüm vakit dolmalar
da suya düştü.” dedim. Karı, “Ben süzgeçle toplarım.” dedi; “Neyse, ona da bir yalan buldum, vazgeçti.”
Hacivat: “Sonra, Karagöz?”
Karagöz: “Sonrası, bari bu eğlence dolmasız
olsun! dedim.”
Hacivat: “Demek bugün mesireye gideceksiniz
öyle mi?”
Karagöz: “Öyle olacak.”
Hacivat: “Ne tarafa teşrif ?”
Karagöz: “Çırpıcı'ya.”
Hacivat: “Ah,
Karagöz, ah! Bunca zamandan beri hukuk-i kadîmemiz var.
Karagöz: “O, sizlere ömür, vefat etti.”
Hacivat: “Kim vefat etti?”
Karagöz: “Osuruklu kadınninem.”
Hacivat: “Değil efendim!
Bunca zamandır birbirimizle dostluğumuz olsun da sen beni böyle bir yere
götürme! Bir gün de gönlümü alsan! Döversin, söversin; bir kerecik Hacivat'ın
hatırını ele alayım,
gönlünü hoş edeyim, demezsin.”
Karagöz: “İyi ama, biz ailece gidiyoruz.”
Hacivat: “Ailen başka gün gitsin, bugün
seninle biz gidelim.”
Karagöz: “Hacivat,
bizim karı yemekleri vermez. Başka vakit gideriz.”
Hacivat:
“Vızır vızır! Haddine mi düşmüş? Zaten masrafları sen görmüyor
musun?”
Karagöz: “Hayır, ben görmem.”
Hacivat: “Ya kim görür?”
Karagöz: “Bizim karı görür.”
Hacivat: “Nereden görecek? Onda para ne
gezer?”

Hacivat: “Sen iftira ediyorsun, senin karın
öyle şey yapmaz.”
Karagöz: “Nasıl yapmaz? Geçende evimiz
yandı, karımın sayesinde
iki misli oldu.”
Hacivat: “Sen karından yemekleri iste, ben de
evden bir şey uydururum, birlikte gideriz.”
Karagöz: “Ben senin getireceğini bilirim;
komşunun bahçesinden salata çalarsın, ev sahibinin başından da üzüm,
bakkalı da dolandırır bir okka ekmek alırsın, oldu bitti, değil
mi?”
Hacivat: “Karagöz, ben öyle şey yapar mıyım
hiç?”
Karagöz: “Ben de çalarsın demedim, sahibi
görmeden alırsın.”
Hacivat: “Haydi, Karagöz, sen yemek sepetini
getir.”
Karagöz: “Sonra dayak yerim bizimkinden.”
Hacivat: “Haydi, canım, haydi!”
Karagöz: “Olmaz,
bilâder, olmaz!”
Hacivat: “Ben kendim gider karından
isterim.”
Karagöz: “(Vurur, Hacivat gider.) Defol şuradan! Sen de balta mısın,
köpoğlu? Ben kırk yılda bir çoluğumla çocuğumla seyre gideceğim, bu da beni de beraber
götür diyor. Sen gidersin de ben durur
muyum? Varalım îdgâha, dolaba, dilber
seyrine! Bakalım âyîne-i devrân ne gösterir! (Gider.)”
FASIL
(Şarkı ile Zenne, I. Çelebi gelir.)(Şarkı Hicaz)
Sen verd-i bahâr-i hüsn ü ansın
Bu kad ile serv-i
dilsitânsın
Ârâyiş-i gülsitân-ı cansın
(Nakarat)
Gel gülşene taze bir fidansın
Zevk eyle ki şuhsun civansın
Lâ'linde şüküfte gonce cânâ
İşte yüzün işte verd-i ra'nâ
Yolunda hezâr eder temenna
Gel gülşene taze bir fidansın
Zevk eyle ki şuhsun civansın
Zenne:
“Uğurlar olsun, beyim, efendim!”
l. Çelebi: “Allah ömürler versin, iki gözüm!”
Zenne: “Böyle güzel güzel şarkılar
söyleyerek ne tarafa teşrîfiniz Hoppa Beyim?
I. Çelebi: “ Ne tarafa olacak? Sizleri
arzuladım, tasdîe geliyordum.”
Zenne: “Estağfurullah efendim! Cariyeniz
de birkaç gündür rahatsızdım, şimdi sizleri gördüm, şifâ-yâb oldum.”
1. Çelebi: “Canım efendim, ne idi rahatsızlığınız?”
Zenne: “Bilmez
değilsin ya, a beyim! Küçük yaşımdan beri çekiyorum: Kalp.”
I. Çelebi:
“Bendenize niçin haber göndermediniz?”
Karagöz: “(İçeriden) Beyefendiye haber
göndereydiniz, bir vizita eder sizi, hiçbir şeyiniz kalmazdı. Beyin doktorluğu vardır.”
Zenne: “Kimle haber göndereyim?”
I. Çelebi: “Canım efendim, hiç gönderecek
adam yok mu?”
Zenne: “Yok ya! Hekimler de söylediler,
zaten de sizin vaadiniz vardır: “Tebdîl-i hava için Yalova safâsına
gideriz, beyim, ikimiz birlikte.”
I. Çelebi:
“Olur efendim, pekâlâ!”
Zenne: “Şimdi efendim, yol tedâriki
görmeli.”
I. Çelebi:
“Şimdi ben de gideyim de harar alayım ve bazı şeyler de alırız.
Allahaısmarladık! (Gider.)”
Zenne: “Safa geldiniz.”
Karagöz: “(Perdeye gelir.) Haberiniz var mı,
Hanımefendi Lokma Beyden?”
Zenne: “Hayrola,
Karagöz! Ne var, bir şey mi olmuş?”
Karagöz: “Olmuş demek de söz mü?”
Zenne: “Aman, ne olmuş? Kuzum Karagöz,
söyle!”
Karagöz: “Lokma Bey
sizden ayrıldıktan sonra bir kayığa binmiş, Üsküdar'a geçmek için. İskeleden
kayık açılmış, Kız kulesi açıklarına doğru gelmişler; Lokma Bey sigarasını
yakmak için kibrit çakmış; sigarasını yaktıktan sonra kibriti denize
atar atmaz deniz tutuşmaz mı?”
Zenne: “Aman Karagöz, git şunu anla,
beyime bir şey olmuş mu?”
Karagöz: “Karadan
gidilmez efendim, masraf olur.“
Zenne: “Al, Karagöz, sana bir lira! (Verir.)”
Karagöz:
“ (Alır.) Ben şimdi gider
anlarım. (Gider.) “
Zenne: “Kuzum, Karagöz, anla da çabuk gel!”
Hacivat: “ “(Perdeye gelir.) Vay, hanım kızım,
sizleri pek mükedder görüyorum!”
Zenne: “A Hacivat
Çelebi, başıma gelenleri sorma”
Hacivat:
“Hayrola efendim?”
Zenne: “Bizim Hoppa Bey yok mu?”
Hacivat: “Evet
efendim.”
Zenne: “Deminden
burada görüştük, benden ayrıldı gitti gelmek üzere. Kayığa binmiş, Üsküdar'a
gidiyormuş; kayıkta sigarasını yakmak için kibrit çakmış, sigarayı yaktıktan
sonra kibriti denize atar atmaz deniz tutuşmuş.”
Hacivat: “Hiç deniz tutuşur mu? Bunu size kim
söyledi?"
Zenne: “Karagöz söyledi."
Hacivat: “Bu efsane! Nasıl inandınız?”
Zenne: “Kuzum Hacivat Çelebi, şunu sahi mi
değil mi anlayınız! Şu parayı alınız! (Verir.)”
Hacivat: “Ne lüzumu var efendim? (Alır.) Ben şimdi anlar gelirim. (Gider.)”
Karagöz: “(Gelir.) İşi anladık.”
Zenne: “Hoppa Bey nasıl oldu?”
Karagöz: “Efendim, işin yalanı yok, yanlışı
var.”
Zenne: “Hoppa geliyor mu, Karagöz?”
Karagöz: “Size
anlattığım yalanmış. Lokma buradan gittikten sonra Sarıgüzel tarafından geçerken
lokmacı dükkânında birkaç kişi lokma yiyormuş...”
Zenne: “Ey sonra?”
Karagöz: “Sonra, bu da
kaza ile lokma tenceresinin içine düşmüş, açgözlünün birisi de bunu kapar
kapmaz yutmuş.”
Zenne: “Aman
Karagöz, baygınlık geliyor, öleceğim! Şimdi, kuzum Karagöz, git de şunu iyi anla!”
Karagöz: “Mesarif olur.”
Zenne: “Al şu iki lirayı! (Verir.)”
Karagöz: “(Alır.) Ben şimdi
gider anlarım. (Gider.)”
Hacivat: “(Gelir.) Esef etmeyin
efendim, sıhhat haberini aldım.”
Zenne: “Kurtulmuş mu Hoppa?”
Hacivat: “Buradan
gittikten sonra bir kayığa binmiş, Üsküdar'a gitmiş, orada işini görmüş, şimdi geliyormuş.”
Zenne: “Sen gözünle gördün mü?”
Hacivat: “Görmedim efendim, ama görenler var.”
Zenne: “Karagöz
geldi dedi ki: Buradan gittikten sonra Hoppa, Sarıgüzel tarafından geçerken birkaç kişi lokmacı
dükkânında lokma yiyormuş, bu da tencerenin
içine düşmüş, açgözlünün biri
Hoppa'yı yutmuş.”
Hacivat: “Canım efendim, böyle şeye nasıl
inanıyorsunuz? Çocuk olsa inanmaz!”
Zenne: “Kuzum Hacivat, şunu anla! Al şu
parayı! (Verir.)”
Hacivat: “(Alır.) Ben şimdi
gider anlarım. (Gider)”
Karagöz: “(Gelir.) Aman,
nefesim tutuldu koşmadan! Aman, nefes alayım!”
Zenne: “Karagöz, ne haber?”
Karagöz: “Ne haber
olacak? İşin esasını anladık.”
Zenne: “Nasıl
olmuş?”
Karagöz: “Lokmacı dükkânında tencereye düştüğü
yalanmış.”
Zenne: “Doğrusu nasıl? Doğrusunu haber aldın mı?”
Karagöz: “Aldım.
Buradan giderken Lokma Bey ata binmiş, koştururken düşmüş, bir ayağı bir eli
kırılmış, bunu almışlar hastaneye götürmüşler.”
Zenne: “Aman
Karagöz, hangi hastaneye götürdülerse haber al da gel! (Verir.)”
Karagöz: “(Alır.) “Ben şimdi
gider anlarım.” (Gider.)
Hacivat: “(Telâş ile gelir.) “Müjde efendim!
Hoppa Bey geliyor!”
Zenne: “Sahi mi, Hacivat Çelebi?”
Hacivat: “Yalanı
bendeniz asla kabul etmem. Şimdi yarım saate kadar Hoppa Beyi karşınızda
göreceksiniz.”
Zenne: “Eksik olma,
Hacivat Çelebi! Deminden Karagöz dedi ki: Buradan giderken Hoppa Bey attan
düşmüş, bir bacağı, bir eli kırılmış, hastaneye götürmüşler.” dedi.
Hacivat: “Yalan
efendim, yalan! O kezzûbînin sözüne nasıl inanıyorsunuz?”
Zenne: “Al,
Hacivat Çelebi, şu beş lirayı.” (Verir.)
Hacivat: “(Alır.) Ne zahmet efendim. (Gider.)”
Karagöz : “(Gayet telâş ile.) Of! Aman! Canım
çıktı! Yoruldum, bayıldım!”
Zenne: “Karagöz, hayır haber var mı?”
Karagöz “ Var ya! Yarım saate kadar Lokma Beyi
karşında göreceksin.”
Zenne: “Aman Karagöz, sahi mi söylüyorsun?”
Karagöz: “Neye yalan söyleyeyim efendim?
Doğrusu bu.”
Zenne: “Al, Karagöz, sana üç lira. (Verir.)”
Karagöz: “(Alır.) Ne zahmet efendim, ne zahmet (Gider.) (Şarkı ile I.
Çelebi gelir.)”
(Şarkı
suzinak)
Atf etme sakın hançer:i müjgânını
nâgâh
İncitme yazık haste-i hicranını ey mâh
Koymaz yanına ettini hazreti Allah
Yaksın seni de ben gibi âteşlere
Allah
Evvelce sen ettin ona tahsis ile rağbet
Müştâk-ı nigâh oldu o bîçâre de elbet
Ağlar sana âh eyler o mazlûm-i muhabbet
Bir nâr-i ciğer-sûza ki yaktın beni
eyvah
Yaksın seni de ben gibi âteşlere Allah
Zenne: “Aman beyciğim! Dünya gözüyle seni
gördüm!”
I. Çelebi: “Hayrola efendim?”
Zenne: “Siz gittikten sonra Karagöz geldi.”
I. Çelebi: “Evet efendim.”
Zenne: “Hoppa Bey Üsküdar'a geçmek için bir
kayığa binmiş, giderken
sigarasını yakmış, kibriti denize atar atmaz deniz tutuşmuş. dedi.”
I. Çelebi: “Hiç deniz tutuşur mu? Siz de
çocuk gibisiniz! Çocuk bile olsa inanmaz!”
Zenne: “Ne yapayım, elimde değil, inanırım!
Sonra Hacivat geldi; ona söyledim, o da sizin dediğiniz gibi söyledi. Rica
ettim «Anla!» diye,
o da gitti. Arkasından yine Karagöz geldi, « Yalanı yok, yanlışı var; Beyefendi Sarıgüzel'den geçerken birkaç kişi oturmuş lokma yiyorlarmış, Beyefendi lokma
tenceresinin içine düşmüş, açgözlünün birisi Bey’i yuttu.» dedi.”
I. Çelebi: “Gülecek şey!”
Zenne: “Sonra yine Hacivat geldi, ona da
anlattım, o da yalandır, inanmayın!
dedi. Hacivat'a yalvardım esası anlayın! diye, Hacivat gitti. Yine Karagöz geldi, bu
sefer de Beyefendi ata binmiş
giderken düşmüş, bir eli, bir ayağı kırılmış. dedi. Yine Hacivat
geldi: Müjde Hanımefendi, Beyefendi geliyor!»
dedi. Sonra zât-ı
âlîniz teşrif ettiniz sağsalim.”
I. Çelebi: “Canım efendim! Düzcesi, sizden
para kapmak için türlü türlü desiseler, dolaplar kurmuşlar.”
Zenne: “Para giderse gitsin, siz sağ olun!”
I. Çelebi: “Birçok şeyler aldım, onları
içine koymak için harar lâzım. Gideyim de, iki harar, bir küp alayım da geleyim.”
Zenne: “Canım Beyefendi, geç kalmayın, zira
merak ediyorum.”
I. Çelebi: “Çabuk gelirim. (Gider.)”
I. Çelebi: “(İçeriden.) Baba, hararları kaça veriyorsun?”
Hararcı: “(İçeriden.)
Efendim,
çiftine beş yüz kuruş verin.”
I. Çelebi: “Yok, baba efendi, çok!”
Hararcı: “Çok mu? Ya siz de verin.”
I. Çelebi: “Üç yüz verelim.”
Hararcı: “O da pek az.”
I. Çelebi: “Dört yüz verelim.”
Hararcı: “Verin parasını.”
I. Çelebi: “Al, baba efendi!”
Hararcı: “Bereket versin!”
Karagöz: “Hamal verelim.”
I. Çelebi: “Karagöz, bunları götürür
müsün?”
Karagöz: “Götürürüm efendim, niye götürmeyim?”
I. Çelebi: “Kaç kuruş vereceğiz? Şeyh
Küşterî Meydanı’na?
Karagöz: “Efendim, yirmi kuruş verin.”
I. Çelebi: “Peki, verelim. Gel bakalım,
kaldır şunu.”
Karagöz: “Anlayamadım, neyi kaldıracağız?”
I. Çelebi: “Hararı.”
Karagöz: “Peki, kaldırayım.”
Karagöz: “(Hararı omzuna alır, perdeye gelir.) Şuraya koyalım, hanımın önüne koysak daha iyi.”
Zenne: “Karagöz, bu tarafa getir, buraya
koy.”
Karagöz: “(Hararı
Zenne'nin önüne kor.) Burası iyi değil mi?... Hamallık.”
Zenne: “Beyefendi vermedi mi?”
Karagöz: “Hayır, vermedi. « Hanımdan iste, hanım
versin.» dedi.”
Zenne: “Al bakalım! (Verir.)”
Karagöz: “(Alır.) Bereket versin! (Gider.)”
I. Çelebi: “(içeriden.) Karagöz, bunu da al bakalım.”
Karagöz: “Peki.”
Karagöz: “(Hararı
alır, perdeye gelir.) Şunu da buraya koyalım.”
(Perdeye kor.)
Zenne: “Daha var mı gelecek eşya?”
Karagöz: “Şimdiki hâlde yok ama, dur bakalım...
Hamallık.”
Zenne: “(Verir.) Al bakalım!”
Karagöz: “Bereket versin! (Alır, gider.)”
I. Çelebi: “(İçeriden.) Karagöz, beraber
gel! Bir küp alacağım, onu sen götürürsün.”
Karagöz: “Olur efendim.”
I. Çelebi: “Baba, bu küpe kaç kuruş
istiyorsun?”
Çömlekçi: “Üç yüz
kuruş.”
I. Çelebi: “İki yüz verelim.”
Çömlekçi: “Azdır, beyefendi.”
I. Çelebi: “İki yüz elli kuruş verelim.”
Çömlekçi: “Gel, ver
parasını.”
I. Çelebi: “Çatlak matlak olmasın.”
Çömlekçi: “Hayır efendim, çatlak değildir.”
I. Çelebi: “Baba, al parasını.”
Çömlekçi: “Bereket versin efendim.”
I. Çelebi: “Karagöz!”
Karagöz: “Buyurun efendim.”
I. Çelebi: “Bu küpü kırmadan Şeyh Küşterî
Meydanı’na götürürsün ya?”
Karagöz: “Götürürüm efendim.”
I. Çelebi: “Kaç kuruş vereceğiz?”
Karagöz: “Ne verirseniz, bereket versin!”
I. Çelebi: “Hayır, olmaz. Çocuğun adını
belli etmeli.”
Karagöz: “On kuruş verin.”
I. Çelebi: “Yedi buçuk kuruş veririm.”
Karagöz: “Peki, ben de götürürüm.”
I. Çelebi: “Sakın, Karagöz, kırma.”
Karagöz: “Ne diyorsunuz, efendim. Ben
Yağkapanı'nda hamallık ettim. Bu bir şey mi?”
I. Çelebi: “Yavaş kaldır bakalım.”
Karagöz: “(Kaldırırken
osurur.) Yardım edin, Bey.”
I. Çelebi: “Yağkapanı'nda hamallık ettiğin
sahi imiş.”
Karagöz: “Nerden bildiniz?”
I. Çelebi: “Arka kapıdan bir hapis kaçtı
da, ondan bildim.”
Karagöz: “Bazen olur böyle.”
Karagöz: “(Küpü
arkasına alır, perdeye gelir.) Bunu da hararların yanına koyalım... Hamallık.”
Zenne: “Kuzum Karagöz, Bey hamallık vermiyor mu?”
Karagöz: “Verir, vermez, onunla teklifimiz yok,
ama...”
Zenne: “Aması ne oluyor?”
Karagöz: “Hiç efendim, benimkisi Çingenelik.”
Zenne: “Al bakalım! (Verir.)”
Karagöz: “Bereket versin! (Gider.)”
(Semaî ile Hacivat gelir.)
(Semaî Segah)
Etti o güzel ahde vefa müjdeler olsun
Ey âşık-ı şûrîde sana müjdeler olsun
Va'd eyledi bir gice nihânî
gelecektir
Ben kuluna ey mâhlika müjdeler olsun
Tiril li yel li yeleli müjdeler olsun
Hacivat:
“Vay efendim, ciğer-pârem! Böyle ne tarafa teşrif?”
Zenne: “Hoppa'mla Yalova safâsına gidiyoruz, Hacivat Çelebi.”
Hacivat: “Canım efendim, bizsiz mi, bizsiz mi?”
Zenne: “Siz orada ne yapacaksınız?”
Zenne: “Hoppa'mla Yalova safâsına gidiyoruz, Hacivat Çelebi.”
Hacivat: “Canım efendim, bizsiz mi, bizsiz mi?”
Zenne: “Siz orada ne yapacaksınız?”
Hacivat: “Ne demek efendim? Biz insan değil
miyiz? Ve bahusus oraya bendenizi de götürürseniz, sizleri eğlendirir,
güzel hikâyeler, masallar söylerim, vakit geçirirsiniz.”
Zenne: “Öyleyse,
Hacivat Çelebi, şu önümdeki harara girin.”
Hacivat: “Başüstüne efendim!”
Hacivat: “Başüstüne efendim!”
Karagöz:
“(Pencereden.) Vay köpoğlu! Hacivat'a bak!
Zamparacılık!”
Zenne: “Gir, Hacivat Çelebi, gir!”
Zenne: “Gir, Hacivat Çelebi, gir!”
Hacivat: “Aşk-ı yârân, muhabbet-i cânân! Ben de
gittim Yalova safâsının aşkına, yâ hey! {Zennenin önündeki harara girer.)”
Karagöz: “(Perdeye
gelir.) Hanımefendi, varan dalya bir!”
Zenne: “Ne var? Ne istersin?”
Karagöz: “Hacı Cavcav nereye gitti?”
Zenne: “Ben ne bileyim? Onun kâhyası mıyım?”
Karagöz: “(Harara bakar.) Vay köpoğlu! Tespih böceği gibi büzülmüş.”
Zenne: “Karagöz, oradan defol!”
Karagöz: “Peki efendim, tef olayım da beni çalın.”
Zenne: “Haydi,
diyorum sana!”
Karagöz: “Gidiyorum gözyaşını dökerek.» Ben de
küpe girsem.
(Ah ederek gider.)”
(Ah ederek gider.)”
(Şarkı ile II. Çelebi gelir.)
(Şarkı
suzinak)
Canım dediğim kasd ediyor canıma vallah
Allah acısın hâl-i perişanıma Allah
Te'sir mi eder yârime hiç âh-i seher-gâh
(Nakarat) Allah acısın hâl-i
perîşânıma Allah
Kâfir mi nedir hilkati her kârı hakaret
Gönlümdür eden basma bu yâreyi da'vet
Sevdasını terk eyler ise ona da lâ'net
Gönlümdür eden basma bu yâreyi da'vet
Sevdasını terk eyler ise ona da lâ'net
Allah acısın hâl-i perişanıma Allah
II. Çelebi: “Vay efendim! Böyle küplerle,
hararlarla ne tarafa teşrif?”
Zenne:“Hoppa'mla Yalova safâsına gidiyoruz”.
II. Çelebi: “Böyle efendim, bizsiz, bizsiz mi?”
Zenne:“Hoppa'mla Yalova safâsına gidiyoruz”.
II. Çelebi: “Böyle efendim, bizsiz, bizsiz mi?”
Zenne: “Sizler orada ne yaparsınız?”
II. Çelebi: “Ne mi yaparım? Bendenizin
sanatım vardır, o kârı yaparım.”
Zenne: “Nedir sanatınız, beyefendi?”
II. Çelebi: “Benim sanatım berber. Orada
para kazanır, sizin kucağınıza dökerim parayı.”
Zenne: “Öyleyse, ortadaki hararın içine girin.”
II. Çelebi: “Peki efendim. Aşk-ı yârân,
muhabbet-i cânân! Ben de gittim Yalova safâsına aşkına, yâ hey! (Harara girer.)”
Karagöz: “(Perdeye
gelir.) Varan dalya iki! Hanımefendi, nöbet benim. Beni de götüreceksiniz. Ulan,
oğlana bak, nasıl büzülmüş!”
Zenne: “Daha sana vakit var.”
Karagöz: “Demek bize nöbet gelmedi, öyle mi? Ben
sabahçı mıyım?”
Zenne: “Sen şimdi
git de, ben haber veririm.”
Karagöz: “Posta ne
günü kalkıyor? Cumartesi günü mü?”
Zenne: “Ben sana haber veririm, sen git.”
Karagöz: “Peki, ben
söz dinlerim. (Gider.)”
(Şarkı ile Tiryaki gelir.) (Şarkı İsfahan)
Fesleğen ektim gül bitti
Dalında bülbüller öttü
Ötme bülbül yârim gitti
(Nakarat)
Ben dertliyim kan ağlarım
Karalar bağlar ağlarım
Bir sille vurdu başıma
Hotozum indi kaşıma
Yazık oldu genç yaşıma
Ben dertliyim kan ağlarım
Karalar bağlar ağlarım
Tiryaki: “Vay benim serv-i nâzım! (Uyur.)”
Karagöz: “(Pencereden.)
Bu
kim?
Uykucuzâde: “Uyuma
ulan !”
Tiryaki: “Ne bağırıyorsun? (Uyur.)”
Karagöz: “(Pencereden.)
Galiba
bunun ismi Nokra Çelebi.: “Hû!”
Tiryaki: “Galiba horoz ötüyor, gugurigû diyor.”
Karagöz: “Sabah oldu sabah!”
Sabah oldu uyansan a
Gül yastığa dayansan a
Ahıra gidip tımar olsan a
Tiryaki: “Sormak ayıp olmasın ama, sîz böyle
gelene geçene harfendazlık
mı edersiniz?”
Karagöz: “Evet, bu yaz gideriz.”
Tiryaki: “Nereye gidiyoruz?”
Karagöz: “Karacaahmet'e, mezarlığa.”
Tiryaki: “Sen git mezarlığa. Daha ben gün
göreceğim.”
Karagöz: “Doğru söylüyorsun, daha senin yaşın
ne, başın ne! olsan
olsan üç otuz.”
Tiryaki: “Tütün
paketi mi otuzluk?”
Karagöz: “Evet, içer
misin?”
Tiryaki: “Ben
çoktan bıraktım.”
Karagöz: “Kuzum,
bir buçuk doldurun!”
Tiryaki: “İçmem
efendim! Zorla mı?”
Karagöz: “Kim
teklif ediyor sana?”
Tiryaki: “Evveli tütün içerdim, nargile
içerdim, esrar içerdim, kahve içerdim...”
Karagöz: “İçmediğin
bir şey kalmadı ki, baba!”
Tiryaki: “Sen de
benim gibi her şey içer miydin?”
Karagöz: “İçerdim.”
Tiryaki: “Ne
içerdin?”
Karagöz: “Salep içerdim, boza içerdim, tütün
içerdim, rakı içerdim,
esrar içerdim...”
Tiryaki: “İçin gitsin! İçin gitsin!”
Karagöz: “Senin için gitsin, köpoğlu!”
Tiryaki: “Akşamları bade cümbüşlenir misin?”
Karagöz: “Bazen sen de cümbüşlenir misin?”
Tiryaki: “Cümbüşlenirim. Gel keyfim gel! Kah
kah! (Güler.)”
Karagöz: “Bizim cümbüşümüz kalmamış, artık ihtiyarladık.”
Tiryaki: “İhtiyar olsam da gönlüm tazedir.”
Karagöz: “Bizim tiryaki kepazedir. (Gider.)”
Tiryaki: “Canım efendim, böyle küplerle,
hararlarla yolculuk mu var?”
Zenne: “Hoppa'mla
Yalova safâsına gidiyorum.”
Tiryaki: “Bizsiz,
bizsiz mi böyle?”
Zenne: “Siz orada
ne yaparsınız?”
Tiryaki: “Benim sanatım, koltukçuyum. Orada da
sanatımı yaparım, para kazanır, getirir size veririm.”
Zenne: “Sen de önündeki küpe giriver”
Tiryaki: “Aşk-ı yârân, muhabbet-i cânân! Ben de
gittim nazlımın
aşkına, yâ
hey! (Küpe girer.)”
Karagöz: “Vay uğursuz
oğlu uğursuz! (Perdeye gelir.) Varan dalya
üç! Hanım, bize nöbet gelmedi mi?”
Zenne: “Daha vakit
var.”
Karagöz: “En son posta mıyız? Köpoğlu Hacivat
ilk posta ile kapağı attı. (Küpe
bakar.): “Ulan, Tiryaki'ye bak! Kirpi gibi nasıl büzülmüş! Ne zaman gireceğiz küpe,
harara?”
Zenne: “Daha vakit var, Karagöz.”
Karagöz: “Ben gidiyorum. Dalya üç oldu. (Gider.)”
(Şarkı
ile Ak Arap gelir.)
(Şarkı
Nihâvend)
Befta Hindî befta Hindi şaş harîr yâ benât
Veftehû lî yâ sabâya li-ecli abat
Küllemâ nâmet uyûnî bitihsib-ül-âşık yenâm
Ve:1:âşık muğrem sabâya lem ale-1-âşık
melâm
Fetahat lî vekaalat lî Hûş yâ nûr aynî
nâm
Fereşet lî min katîfa ve-1-mihadda
rîş naâm
Tallaatnî kasr âlî vekadatli-ş-şem'dân
Ak Arap: “Vay eföndüm, iki gözüm, nûr-i aynim,
hanumeföndi!”
Zenne: “Oh, Hacı Kandil! Safa geldin!”
Ak Arap: “Safa bulduk, ganim!”
Zenne: “Nasılsınız, Hacı Kandil?”
Ak Arap: “Şok şukur! Siz eyu?”
Karagöz: “(Perdeye
gelir.) Vay, Hacı Kandil! Safa geldin!”
Ak Arap: “Ulak, sen kimsin?”
Karagöz: “Sen beni bilmedin mi?”
Ak Arap: “Hayr; bilmadi.”
Karagöz: “Ben sizin hemşeriniz Hacı
Şamandıra'nın süt biraderi.”
Ak Arap: “Ayva.”
Karagöz: “Ayvadan da
ver on paralık!”
Ak Arap: “Sen bizim
«Tahtagal'a»da gelirdi?”
Karagöz: “Ayva.”
Ak Arap: “Siz de
avlâd-ı Arab'dan mısınız?”
Karagöz: “Evet, ben
de evdeki çoraptanım.”
Ak Arap: “Siz de
gahva benim gibi şok işer?”
Karagöz: “Evveli işerdim ama, sonra anam götümü
yaktı, şimdi
işemem.”
Ak Arap: “Ne
suylersin? Ben anlamadi.”
Karagöz: “Sen yine
anlama: “(Gider.)”
Ak Arap: “Siz buyla,
Hanumeföndi, küplerle hararlarla ne tarafa teşrif?”
Zenne: “Hoppa'mla
Yalova safâsına gidiyorum.”
Ak Arap: “Buyla
bizsiz, bizsiz mi?”
Zenne: “Sen orada
ne yaparsın gidersin de?”
Ak Arap: “Kasdane
kababı satar, funduk kababı satar, getirir paraları sana verdim mi.”
Zenne: “Sen de, Hacı Kandil, önündeki küpe giriver!”
Ak Arap: “Aşk-ı yârân,
muhabbet-i cânân! Ben de gittim Yalova safâsı aşkına, yâ hey!”
Karagöz: “(Perdeye gelir.) Varan dalya dört! Ulan, küpte Tiryaki ile kavga ediyorlar.”
Ak Arap: “(Küpün
içinde.) Ganim, ötede şekil!”
Tiryaki: “(Küpün
içinde.) Burası tuhaf! Dağdaki gelir de bağdakini kovar. derler, sahi! Şimdi geldi,
gelir gelmez bana rahatsızlık veriyor.”
Ak Arap: “Ganim,
ötede git, a ganim!”
Tiryaki: “Çubuğuma
bastın. Öte tarafa çekil!”
Ak Arap: “Sen şekil,
a ganim!”
Karagöz: “Kuzum, ben de gireyim şu küpe.”
Zenne: “Sana daha vakit var.”
Karagöz: “Ne vakti? İçerisi posta vapuru gibi
doldu.”
Zenne: “Sonra, Karagöz, sonra. Sabret!”
Karagöz: “Pekâlâ nöbetimize kail olalım (Gider)”
(Şarkı
ile Arnavut gelir.)
Tuna'da çırpar bezini
Kim sevmez Bulgar kızını
Öpeydim elâ gözünü
(Nakarat)
Kim sevmez haydi Bulgar kızını
Kır ata vurdum haşayı
Elime aldım maşayı
Gördün mü bizim paşayı
Kim sevmez haydi Bulgar kızını
Arnavut: “Mori, selâmün-aleyküm tuzile
biberile!”
Karagöz: “(Pencereden.) Ve aleyküm-selâm sirke ile sırmısak ile!”
Arnavut: “Mori, kardaş! Sen orada dalyancı
mısın?”
Karagöz: “Evet, dalyancı.”
Arnavut: “Balık mı tutarsın?”
Karagöz: “Balık tutarım.”
Arnavut: “Dalyana ne balığı gelirse tutar mısın?”
Karagöz: “Tutarım torik, palamut, uskumru,
senin gibi ayıbalığı, köpekbalığı, ne olsa tutarız.”
Arnavut: “Mori, onlar yenir mi?”
Karagöz: “Yenir, yenmez, hepsini tutarız.”
Arnavut: “Ha mori, kardaş, uskumru balığı
varsa veri”
Karagöz: “Hazırda uskumru yok, kalkan var,
istersen vereyim.”
Arnavut: “Mori, ben kalkandan hoşlanmam.”
Karagöz: “İstersen kılıçbalığı vereyim.”
Arnavut: “Pisi var mı?”
Karagöz: “Pisi yok, temizi var.”
Arnavut: “Ha mori, nasıl adamsın?”
Karagöz: “Basbayağı adam. Adamın boynuzu olmaz
ya!”
Arnavut: “Kırlangıç var mı?”
Karagöz: “Hayır, leylek var.”
Arnavut: “Ne zevzek adam.”
Karagöz: “Evet, zevzeğim.”
Arnavut: “Sen balıkçı değil, yalan
söylüyorsun.”
Karagöz: “Değilim.”
Arnavut: “Necisin?”
Karagöz: “Oyuncakçı.”
Arnavut: “Oyuncakçı değilsin.”
Karagöz: “Değilim.”
Arnavut: “Nesin öyleyse?”
Karagöz: “Lâkırdı tellâlı.”
Arnavut: “Lâkırdı tellâlı olur mu?”
Karagöz: “Ben lâf alır satarım”
Arnavut: “Lâf nasıl alınır?”
Karagöz: “Senin söylediğini senden işitir,
başkasına söylerim.”
Arnavut: “O, münafıklık, mori!”
Karagöz: “Onun söylediğini sana gelir söylerim.”
Arnavut: “Sen boşboğaz adam.”
Karagöz: “Boşboğaz, dolu-boğaz, böyle geçinir
giderim. (Gider.)”
Arnavut: “Hanımefendi, böyle çüplerle,
hararlarla ne tarafa cidiyorsunuz?”
Zenne: “Hoppa'mla
Yalova safâsına gidiyorum.”
Arnavut: “Ha mori,
beni götürmez misin?”
Zenne: “Sen orada ne yaparsın?”
Arnavut: “Salep satarım, boza satarım,
paraları sana cetirir veririm.”
Zenne: “Öyleyse, önündeki küpe giriver.”
Arnavut: “Aşk-ı yârân, muhabbet-i cânân! Ben
de çittim Yalova sarasının aşkına, yâ hey! (Küpe girer.)”
Karagöz: “(Perdeye gelir.) Varan dalya beş! (Küpün içine bakar.)”
Tiryaki: “(Küpün içinde.) Canım öte tarafa çekilin! Bu ne rezalet böyle!”
Ak Arap: “(Küpün içinde.) Geldi başımda oturdu. Şekil oradan!”
Arnavut: “(Küpün içinde.) Ha mori, kardaş, nasıl adamsız böyle?”
Tiryaki: “(Küpün İçinde.) Canım, rezalet etmeyin!”
Karagöz: “Kuzum Hanım, ben de gireyim içeri.”
Zenne: “Sana daha nöbet gelmedi.”
Karagöz: “Şimdi çıldırırım! İçerisi
Bitpazan'na döndü, sen hâlâ nöbet gelmedi diyorsun.”
Zenne: “Sabırlı ol, Karagöz, sabırlı.”
Karagöz: “Varayım,
eve gideyim. (Gider.)”
(Şarkı ile Ermeni gelir.)
(Şarkı
Hüseynî)
Ezirgan'dan Kemah'tan
Yâr gelir oynamahtan
Gitti yârim gelmedi
Öloorum merahtan
(Nakarat)
Vıy dağlar vıy dağlar
Vıy dağlar dağlar dağlar
Sılada yârim ağlar
Al kapotum asılı
Kan tuttu yakasını
At tavlada kişnoor
İstoor ağasını
Vıy dağlar vıy dağlar
Vıy dağlar dağlar dağlar
Sılada yârim ağlar
Ezirgan'da bir kuş var
Kanadında gümüş var
Gitti yârim gelmedi
Helbet bunda bir iş var
Vıy dağlar vıy dağlar
Vıy dağlar dağlar dağlar
Sılada yârim ağlar
Derelerde maydanoz
Bize gelmez oldunuz
Yâri elimden aldı
Bizim o koca domuz
Vıy dağlar vıy dağlar
Vıy dağlar dağlar dağlar
Sılada yârim ağlar
Ermeni: “Akşamlar hayrolsun!”
Karagöz: “(Pencereden.) Akşamlar hayrolsun, koca Sergiz!”
Ermeni: “Nasılsın, egü müsün?”
Karagöz: “İyiyim, sen de iyi misin?”
Ermeni: “Melmeketten taze geldim.”
Karagöz: “Demek buraya geldin ihtiyarladın.”
Ermeni: “Çuhurçeşme hanında oturdum.
Balıhpazarı'nda oturdum.”
Karagöz: “Daha başka nerede oturdun?”
Ermeni: “Beyoğlu'nda Kaliyuncu Kolluğu'nda oturdum, Şişli'deoturdum.”
Karagöz: “Senin
sanatın nedir?”
Ermeni: “Benim sanatım ince sanat.”
Karagöz: “Malif a turacı mısın?”
Ermeni: “Değil.”
Karagöz: “Basmacı mısın?”
Ermeni: “Değil.”
Karagöz: “Berber misin?”
Ermeni: “Değil.”
Karagöz: “Sanat kalmadı be! Kuyumcu musun?”
Ermeni: “Değil.”
Karagöz: “Ne karın ağrısısın?”
Ermeni: “Benim sanatım lâğımcı.”
Karagöz: “Çok ince sanat!”
Ermeni: “Çoh yerde çalıştım.”
Karagöz: “Şimdi demek memleketten geldin, öyle mi?”
Ermeni: “Melmeketten geldim.”
Karagöz: “Yine çalış da para kazan! (Gider.)”
Ermeni: “Hanımefendi, böyle küplerle, hararlarla ne tarafa teşrif ?”
Zenne: “Hoppa'mla Yalova safâsına gidiyoruz.”
Ermeni: “Bizi götürmez misin?”
Zenne: “Sen orada ne yaparsın?”
Ermeni: “Lâğım kazarım, girizme yaparım, para kazanır sana getiririm.”
Zenne: “Öyleyse, küpün içine giriver.”
Ermeni: “Aşk-ı
yaran, muhabbet-i canan! Ben de gittim Yalova safasının aşkına, ya hey! (Küpe
girer.)”
Karagöz: “(Perdeye gelir.) Varan
dalya altı! Kuzum Hanım, ben de gireyim! (Küpe bakar.)”
Tiryaki: “(Küpün içinde.) Ulan,
bu kim gelen? Öte tarafa çekil!”
Ak Arap: “(Küpün içinde.) Ganim,
nişun lâgirdi anlamazsiz?”
Arnavut: “(Küpün içinde.) Ha mori, başımda oturma mori!”
Ermeni: “(Küpün içinde.) Zoo! Şimdi geldim, gürültü etmeyin!”
Karagöz: “Ulan, içerisi millet bahçesi gibi oldu!:Kuzum Hanım, ben de gireyim.”
Zenne: “Canım, sana vakit var.”
Karagöz: “İçeride yer kalmadı, hâlâ vakit var
diyor.”
Zenne: “Sen sabırlı ol.”
Karagöz: “Ben gidiyorum, sonra yine gelirim.
(Gider.)” (Şarkı ile Yahudi gelir.)
Balat kapisinda yirdim içeri
Yuzeller oturmuş iki keçeli
Buyuyune selâm verdim
Al beni içeri(Nakarat)
Yuzeller oturmuş iki keçeli
Balat kapisinde ben seni yordum
O beni yormedi ben onu yordum
Eyildim yanağindan bir kere optum
Yuzeller oturmuş iki keçeli
Yahudi: “Yaşamlarin hayrolsun!”
Karagöz: “Bütün âlem seni boğsun!”
Yahudi: “Nasılsın, Kara-uyuz?”
Karagöz: “Haşeflerim burnuna asılsın!”
Yahudi: “Osurmak ayıp olmasın: “Yine eski
yerde mi osurursun?”
Karagöz: “Yahudi doğru konuş!... Orada
otururum.”
Yahudi: “Oturak ol, oturak ol!”
Karagöz: “Sen de kenef ibriği ol, kerata!”
Yahudi: “Yeçen yun yeldim, sizin mahalleden
yeçiyordum, sen de pencerenin onunde osuruyordun, beni yorur yormez al
başini içeri.”
Karagöz: “Yahudi, tepelerim! Cinas yapma!”
Yahudi: “Ne soyledim? Fena mı soyledim?
Eskiden herkes ile konuşurdun, bazen yorursun, bazen yormezsin kor olursun”
Karagöz: “Sen kör ol, köpoğlu! (Gider.)”
Yahudi: “Vay, Hanimefendi! Siz böyle
küplerle, hararlarla teşrif ne tarafa? Yolculuk mi var?”
Zenne: “Hoppa'mla Yalova safâsına
gidiyorum.”
Yahudi: “Bizsiz, bizsiz mi?”
Zenne: “Sen orada ne yaparsın?”
Yahudi: “Kibrit satarim, sigara kâğıdı
satarım, paralari sana yetiririm.”
Zenne: “Önündeki küpe giriver.”
Yahudi: “Aşk-i yaran, muhabbet-i canan! Ben
de yittim Yalova sefasinin aşkina, ya hey! (Küpe girer.)”
Karagöz: “(Perdeye gelir.) Varan dalya yedi! (Küpe bakar.)”
Tiryaki: “(Küpün içinde.) Canım, bu da kim? Geldi, başımın üstüne çıktı.”
Ak Arap: “(Küpün içinde.) Ganim, ote tarafa otur, burada rahat yok.”
Arnavut: “(Küpün İçinde.) Mori canım, öte tarafa çeçiiin!”
Ermeni: “(Küpün içinde.) Zoo! Ne içün böyle yaparsınız? Gürültü etmeyin!”
Yahudi: “(Küpün içinde.) Maşalgam, maşalgam! Ne de dolmuş! Üskudar'in ateş kayiği yibi.”
Tiryaki: “(Küpün içinde.) Yahudi, öte tarafa çekil!”
Yahudi: “(Küpün içinde.) Pekâlâ! Herkes burada oturak oldu, sen de olsan
a!”
Karagöz: “Kuzum, ben de gireyim.”
Zenne: “Haydi, sen de gir! (Karagöz, küpün içine abdest bozar.)”
Tiryaki: “(Küpün içinde.) Yağmur yağıyor galiba.”
Yahudi: “(Küpün içinde.) Yetmiş yaşina yirdim, böyle sicak yağmur
yormedim.”
Karagöz: “Durun be! Arkadaşım var, onu da
alayım! (Eve gider, köpeği alır gelir.): “Şimdi beni dinle: “Evvelâ Tiryaki'nin
burnunu ısır, sonra
Ak Arap'ın kulaklarını, Arnavut'un omuzunu, Ermeni'nin arkasını, Yahudi'nin her tarafını. Beni utandırma, göreyim seni! (Köpeği
koyuverir.)”
Köpek: “(Havlar.) Hav hav hav hav hav!”
Hepsi Birden: “(Küpün İçinde.) Bu ne rezalet!
Burada, köpeğin işi ne?”
Tiryaki: “(Küpün içinde.) Aman, burnumu kaptı!”
Ak Arap: “(Küpün içinde.) Benim de, ganim, kulagim ısırdı!”
Arnavut: “(Küpün içinde.) Ha mori, her tarafımı ısırdı!”
Ermeni: “(Küpün içinde.) Zoo! Bu ne iştir
böyle? Burası yol:geçen hanı mı?”
Yahudi: “(Küpün içinde.) Hayursuz oğlu ursuzu!
Bu da nereden çikti!”
Karagöz: “Aşkı yarar falan filân! Ben de
gittim Yalova kaplıcalarında yıkanmak aşkına, yâ hey! (Küpe girer.)”
Hepsi Birden: “(Küpün içinde.) Canım, bu nasıl şey? Burada oturacak yer yok, hâlâ adam
geliyor.”
Tiryaki: “(Küpün içinde.) Öte tarafa çekil!”
Karagöz: “(Küpün içinde.) Burayı sade size vermediler.”
Ak Arap: “(Küpün içinde.) Nişun boyle yapar? A ganim ötede otur!”
Arnavut: “(Küpün içinde.) Mori, niçün böyle yaparsın?”
Ermeni: “(Küpün içinde.) İçinizde hiç lâkırdı anlayan yoh mu zoo?”
Yahudi: “(Küpün içinde.) Lâkirdi anliyan beri yelsun!”
(Şarkı ile I. Çelebi gelir.)
(Şarkı
hicâzkâr)
Gönlümü dûçâr eden bu hâle hep
Kara gözlüm kara bahtımdır sebeb
Ettiğim âh ü figandır rûz ü şeb
(Nakarat)
Kara gözlüm kara bahtımdır sebeb.
İstemezsin sen perişan olduğum
Âteş-i aşkınla nâlân olduğum
Sîne-çâk ü dîde-giryân olduğum
Kara gözlüm kara bahtımdır sebeb
I. Çelebi: “Hanımefendi, her şey hazır
mı?”
Zenne:
“Evet efendim, bendeniz tıkabasa hepsini doldurdum.”
Karagöz: “(Küpten.) Orası doğru, hiç dışarda
bir şey kalmadı, hepsini
içeri aldı hanım.”
I.
Çelebi: “Şimdi ben gideyim de iki
tane at bulayım, bunları yükletsinler.”
Zenne: “Olur efendim.”
I. Çelebi: “Ben şimdi gelirim. (Gider.)”
Karagöz: “(Küpten başını çıkarır.) Hanımefendi,
atla gitmemiz olmaz.”
Zenne: “Neden, Karagöz?”
Karagöz: “Neden
olacak! Yokuş yukarı giderken atın ayağı kayar kaymaz küp kırılır, piliç yumurtadan çıkar gibi haydi biz
meydana!”
Zenne: “Ne yapalım, Karagöz?”
Karagöz: “Deve ile götürmeli.”
Zenne: “Peki. Gelsin de bey, söylerim.”
Karagöz: “Deve iyi. (Küpe girer.)”
I. Çelebi: “(Gelir.) Bendeniz sürücülere söyledim, şimdi gelecekler.”
Zenne: “Baksanız a efendim: “Atla eşyaları
götürmek olmaz.”
I. Çelebi: “Neden efendim?”
Zenne: “At yokuş
yukarı çıkarken ayağı kayar kaymaz küp de kırılır, tekmil eşyalar meydana dökülür. Deve ile götürmeli.”
I. Çelebi: “Ben şimdi gider, devecileri
bulur söylerim. (Gider.)”
Karagöz: “(Küpten çıkar.) Bana baksanıza a! Deve olmaz.”
Zenne: “Neden olmaz?”
Karagöz: “Deve giderken, bazısı azılıdır, bir
yere çarpar, küp kırıldığı
vakit biz meydana dökülürüz, Varna pilici gibi.”
Zenne: “Pekâlâ, neyle götürmeli?”
Karagöz: “Araba ile. Nakliye arabalarından
iki tane olsa elverir.”
Zenne: “Bey gelsin de söylerim.”
Karagöz: “Daha iyi olur. (Küpe girer.)”
I. Çelebi: “(Gelir.) Şimdi iki tane deve gelecek.”
Zenne: “Baksanız a efendim!”
I. Çelebi: “Ne istersiniz?”
Zenne: “Deve de olmaz.”
I. Çelebi: “Neden olmuyor?”
Zenne: “Deve
giderken yolda bir yere çarpar, küp kırılır, eşyalar meydana
dökülür.”
I. Çelebi: “Ben yoruldum. Sen bana şuradan
bir kat çamaşır çıkar.”
Zenne:
“Ben şimdi onları yerleştirdim, nasıl olur?”
l.
Çelebi: “Nasıl olur? Ne demek? Ben
şimdi üşürsem hastalanırım.”
Zenne:
“Ben şimdi onları yerleştirdim, nasıl olur?”
I. Çelebi: “Demek ki hararlarınız benden
iyi?”
Zenne:
“Çözemem ben şimdi.”
I. Çelebi: “Sen çözemezsen ben çözerim.”
Karagöz: “Yukarıda kavgalar mübareki.”
Zenne: “Ne hâlin varsa gör, ben gidiyorum! (Gider.)”
I. Çelebi: “(Hacivat'ın olduğu hararın başına gelir.) Bu kim?: Vay, Hacivat
Çelebi! Çık dışarı bakayım!”
Hacivat: “(Harardan çıkar.) Aman efendim!”
I. Çelebi: “Senin burada ne işin var?”
Hacivat: “Efendim, uyuyakalmışım, afyon
haliyle.”
I. Çelebi: “Defol, gözüm görmesin seni! (Hacivat gider. I. Çelebi, II. Çelebinin
olduğu hararın başına gelir.) Benim için hazırlanmış değil. Kim varsa çıksın oradan!”
II. Çelebi: “(Harardan
çıkar.) Aman efendim!”
I. Çelebi: “Ulan katır ! Senin burada ne işin var?”
II. Çelebi: “Aman efendim, nasılsa bir şeydir oldu!”
I. Çelebi: “Defol, gözüm görmesin seni! (II. Çelebi gider. I. Çelebi küpün başına gelir, içine bakar.) Ulan, çatal kalpaklı herif! Çık
dışarı!”
Karagöz: “İbtidâ beni gördü. Tiryaki!”
Tiryaki: “Ne var? Ne istersin?”
Karagöz: “Vapur demir attı, geldik.”
Tiryaki: “Nereye geldik?”

Tiryaki: “Nasıl Yalova cefâsı?”
Karagöz: “Ben yanlış söyledim, sefası!
Buyurun, sizi bekliyorlar!”
Tiryaki: “(Küpten çıkar.) Geldik mi biz?”
I. Çelebi: “Vay, Nokra Çelebi! Senin
burada ne işin var?”
Tiryaki: “Efendim,
nevm galebe etti, nasılsa küpe düşmüşüm; ben de taaccüb ediyorum nasıl düştüm?”
diye.
Karagöz: “Üstü açık, kubbesiz bir yalan.”
I. Çelebi: “Baba, ben bunu yutayım mı?”
Karagöz: “Gargara et, gargara!”
Tiryaki: “İster yutun, ister yutmayın, doğrusu bu.”
I. Çelebi: “Defol şuradan, seni gözüm
görmesin! (Tiryaki gider. I. Çelebi küpe bakar.) Ulan, çatal kalpaklı herif! Çık dışarı!”
Karagöz: “Bu da
bana garez. Şunun yediği naneye bak!: “Hacı Baba!”
Ak Arap: “Na'am!”
Karagöz: “Geldik Yalova'ya.”
Ak Arap: “Acaib! Ne zaman geldik?”
Karagöz: “Çoktan geleli. Haydi, dışarı çık!”
Ak Arap: “(Küpten çıkar.) Acaib! Geldik ha?”
I. Çelebi: “Hacı Kandil, senin burada ne
işin var?”
Ak Arap: “Efendim, bizim Haçı Şamandıra
çağırdı gitti, ben de geldi.”
I. Çelebi: “Defol şuradan, seni gözüm
görmesin! (Ak Arap gider. I. Çelebi küpe bakar.) Çatal kalpaklı herif! Dışarı!”
Karagöz: “Ulan, ne cenabet herif! Bu kadar
adam var da beni görüyor. Arnavut!”
Arnavut: “Mori, ne istiyorsun?”
Karagöz: “Yalova'ya geldik.”
Arnavut: “Mori, celdik mi?”
Karagöz: “Geldik geldik. Çık dışarı. (Arnavut çıkar.)”
I. Çelebi: “Şenin burada ne işin var,
Bayram?”
Karagöz: “Ramazan geldi diye o da gelmiş.”
Arnavut: “Vallah efendim, Recep celdi,
Ramazan celmeden ben celdim.”
I. Çelebi: “Defol şuradan! (Arnavut gider.
1. Çelebi küpün içine bakar.) Bana bak, çatal kalpaklı herif!
Dışarı!”
Karagöz: “Nasıl
edeceğiz bununla biz? Benden başka kimse yokmuş gibi, kör gözü beni görüyor.
Sergiz!”
Ermeni: “Ne var, ağa?”
Karagöz: “Geldik Yalova'ya. Çık dışarı!”
Ermeni: “Çıhayım ahbar! (Çıkar.)”
I. Çelebi: “Ulan, Sergiz! Senin burada ne
işin var?”
Ermeni: “Canım,
çöp çıharayım; tavla taşı yapayım, angarya gideyim, her işi yapayım, sonra Sergiz
tembel diyorlar.”
I.
Çelebi: “Defol şuradan! (Ermeni gider. I. Çelebi küpün içine bakar,)
Bana bak, çatal kalpaklı herif! Çık dışarı!”
Karagöz: “Yahudi!”
Yahudi: “Ke kerez?”
Karagöz: “Babandır
kerkerez! Yalova'ya geldik. Dışarı çık. (Yahudi çıkar.)”
I. Çelebi: “Senin burada ne işin var?”
Yahudi: “(Oynayarak kaçar.) Vizo vizo vizo, andalavizo”
Karagöz: “Oynaya oynaya kaçtı, iyi
kurnazlık.”
I. Çelebi: “(Küpe bakar.) Ulan, çatal kalpaklı herif! Dışarı çık !”
Karagöz: “Bana
bak, çomar! Göreyim seni, yediğin ekmeği bugünkü günde hak edeceksin. Dışan çıkar çıkmaz beyefendinin her tarafını ısır.”
Köpek: “(Dışarı çıkar, başlar havlamaya.) Hav hav hav hav hav!”
I. Çelebi: “Oşt!”
Köpek: “Hav hav hav!”
i. Çelebi: “Oşt!”
Köpek: “Hav hav hav!”
I. Çelebi: “Oşt! (Kaçar.)”
Karagöz: “(Küpten çıkar.) Sâhil-i selâmete
geldik. (Küpü alır, götürür; sonra gelir, hararları birer birer alır, evine götürür. Son defa
Hacivat karşısına çıkar, harar diye alır.)”
Hacivat: “Karagöz, ne yapıyorsun?”
Karagöz: “Çok şükür! Sen ne yapıyorsun? Ulan,
seni harar zannettim!”
BİTİŞ
Hacivat: “Karagöz, geçmiş ola!”
Karagöz: “Hacivat, pek yoruldum, edelim mola.
(Vurur.)”
Hacivat: “Yıktın perdeyi, eyledin vîrân;”
Varayım
sahibine haber vereyim hemân! (Gider.)”
Karagöz: “Şikeste beste ma'zûr! Her ne kadar
sürç-i lisân ettikse affola!”
Yarın akşam «. >> oyununda yakan elime geçerse, Hacivat,
bak ben
de sana ne oyunlar oynarım
(Gider.)(Sönmez,2000:268-301).”