Şu affedersiniz sözüne o
kadar bozuluyorum ki, sormayın...
Kalabalık bir caddesiniz.
Zaten zor yürüyorsunuz. Biri geliyor, tam nasırınızın
üstüne basıyor. Siz iki
büklüm kıvranıyorsunuz. O dönüp;
- Affedersiniz diyor.
Affedersiniz deyince iş
bitiyor. Oh, ne güzel.
Lokantada yemek yiyorduk.
Nefis bir et yemeği geldi. Bol salçalı, dumanı
üstünde. Karnım da açlıktan
zil çalıyor. Hemen çatalla, bıçağa sarıldım. Fakat
bir de ne göreyim? Tabağın
içinde küçük bir affedersiniz. Anlamadınız değil mi?
Hepiniz yüzüme şaşkın şaşkın
bakıyorsunuz. Sinek çıktı, sinek... Garsonu
çağırdım. Geldi:
- Affedersiniz, diyerek
tabağı aldı, götürdü. Sanki o "affedersiniz"le tüm
tencere temizlendi.
Tabi lokantadan bir şey
yemeden çıktım.
Okuldan eve dönüyordum. Şık
bir hanım kürk mantosuna bürünmüş, kaldırımda yavaş
yavaş yürüyor. O sırada bir
otomobil hızla geçti. Orada bulunan su
birikintisinden sıçrayan
sular kadıncağızı baştan ayağa ıslatmaz mı! Hem de
çamurlu suyla. Güzelim kürk
manto gitti. Araba biraz ileride durdu. Şoför
arabadan başını çıkararak
yanına yaklaşan kadına, “affedersiniz”i yapıştırdı.
Ama bayan çok sinirlenmişti:
- Bu manto affedersinizle
temizlenmez, dedi. Eğer temizleyici parasını
vermezseniz; sizi şikâyet
ederim.
Şoför şaşırdı. Bunu da
“affedersiniz”le geçiştireceğini sanmıştı. Ama
yanılmıştı. Kadın çok çetin
cevizdi. Çıkarıp temizleyici parasını vermek
zorunda kalınca aklı başına
geldi.
Beslenme saatiydi. Ali bir
dirsek darbesiyle benim bardağı yere düşürdü. Bardak
tuzla buz oldu. Ali hemen:
- Affedersin, diye özür
diledi.
- Yoo Ali, dedim. Bu bardak
affedersin ile yerine gelmez. Sen önce bana kendi
bardağını ver, sonra özür
dile, dedim.
Ali'nin bardağını aldım.
Sanırım bu ona iyi bir ders
olmuştur.